"Aynı işte ne olsun"
- Yelda Altunal
- 12 Mar 2018
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Haz 2020
-Nasılsın? Nasıl gidiyor?
-İyi işte ne olsun, aynı. Değişen bir şey yok. Sen?
-Ben mi? Aynı işte ne olsun.
…
Geçenlerde Kadıköy’de dostlarımızı beklerken, üniversiteden eski bir arkadaşa denk geldik. Bir anlık gözlerde parlama ve sonrasında hemen koyu(!) bir sohbete daldık. Yukarıdaki türden bir sohbet. Arkadaş uzaklaşır uzaklaşmaz dert oldu. Bu nasıl bir sohbetti, bu nasıl bir kendinden haber verme karşının durumunu öğrenmeydi? Hiçbir şey 5 sene öncesiyle aynı değildi ki. Bizler değişmiştik, bizi çevreleyen koşullar değişmişti, durup beklediğimiz kaldırım bile değişmişti. Aynı olan neydi?
Etkileşimlerimizin birçoğu karşılıklı sohbetlerle, konuşma yetimiz dolayısıyla sağlanır. Konuşurken kullandığımız sözcüklerin yanı sıra, sözcüklere içkin toplumsal bağlam da konuşmanın anlamlandırılmasında büyük role sahiptir. Bu manada günlük yaşam pratikleri içinde konuşmanın, dolayısıyla dilin, ne şekilde kullandığını(anlatılar ve toplumsal bağlamları ile birlikte) kendine konu alan bir yaklaşım olarak etnometodoloji bize, yukarıdaki sohbette eksik kalanı tamamlama yolunda bir rehber olabilir.
Etnometodolojinin kurucusu Harold Garfinkel, öğrencileriyle birlikte giriştiği sosyal deneylerle, günlük hayatın üstü örtük kurallarını ve sıradan insanların yüz yüze ilişkilerini, inceledikleri insanların bakış açısıyla analiz eder. Zira Garfinkel’e göre, insanlar faaliyetlerinin yöntemine haizdirler. Yani neyi, neden ve nasıl yaptıklarının bilincindedirler.
Benim, üniversiteden eski bir arkadaşımla ayaküstü giriştiğim sohbet, Garfinkel’e göre karşılıklı konuşmanın üstü örtük uzlaşımlarına uymamız dolayısıyla ilerleyebildi ve hızlıca savuşabildi ve yine tam da bu yüzden üzerinde düşündüğümüz vakit bize eksik geldi. Çünkü bu tür günlük konuşmalar, güvensizliğe ve kafa karışıklığına mahal vermemek için bu tür bir uzlaşı konusunda konuşmacıların işbirliğini içerirler. Garfinkel’in öğrencileri, bahsettiğim sosyal deneyde bu uzlaşıyı reddederek, karşılarındaki kişiyi kızdırmış ve gergin durumlar yaratmışlardı.

Öte yandan gündelik bir ayaküstü konuşma, sarf edilen sözler bakımından her daim açık bir anlam taşımak durumunda değildir. Söylemek istediklerimiz, söylenen sözlerin destekçisi çeşitli varsayımların yardımıyla kurulur. Arkadaşım bana “Nasılsın, nasıl gidiyor?” diye sorduğu vakit, 5 yıl gibi bir haber alamama durumu göz önüne alındığında, benden 5 yıl içinde neler yaptığımın cevabını bekliyor değildi esasında. Benden beklediği iyi olmam ve hemen ardından onun durumunu sormamdı. Karşılıklı etkileşimimiz tam da böyle ilerlediği için herhangi bir gerginliğe mahal verilmedi.
“İyi işte ne olsun, aynı.” Aynı olan, bu türlü kurula gelmiş ayaküstü konuşmalardı.
Comments