top of page

Emperyalizmin Küçük Burjuva Eleştirisi ve Ulusal Ekonominin Dönüşümü- Kısa Bir Değerlendirme Yazısı

Kitapta burjuva sosyalizmi eleştirilirken, aynı zamanda kapitalizmin gelişim sürecine dair maddi gerçekliklere dikkat çekiliyor.



1. "Emperyalizm var ve bu yüzden gelişemiyoruz. Bizde çarpık bir kapitalizm var."


Bu söylem Fügen Eryılmaz tarafından eleştirilir. Ona göre bu tür bir yaklaşım, kapitalizmi mutlaklaştırmakta, değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz bir sistem olarak göstermektedir. Kapitalizmin aslında iyi bir sistem olduğu, ama bizde çarpık işlediği yönündeki görüşe kesin bir şekilde karşı çıkar. Eryılmaz’a göre kapitalizm doğası gereği eşitsiz ve çarpık bir sistemdir. Dolayısıyla yapılması gereken, kapitalizmi düzeltmeye çalışmak değil, onu bütünüyle aşmaktır.


Bu bağlamda Boratav’ın metinlerinden de alıntılar yapar. Boratav, Türkiye’de kapitalizmin gelişememesinin nedenini sanayileşmenin yetersizliğine bağlar. Ona göre, öncelikle ulusal sanayi gelişmeli, ardından dünya ile ilişkiler kurulmalıdır. Ancak bu yaklaşım, Eryılmaz’a göre tarihsel maddeciliğe değil, ulusalcı bir perspektife dayanmaktadır.


2. "Emperyalizm dışsal bir olgudur."


Bu söylem de Eryılmaz tarafından eleştirilir çünkü iç dinamikleri ve çelişkileri göz ardı etmektedir. Ona göre, dış güçlerin varlığı elbette inkâr edilemez, ancak bu güçlerle kurulan ilişkiler iç dinamiklerle birlikte düşünülmelidir. Türkiye'nin özgün tarihsel ve ekonomik yapısı içerisinde emperyalizm olgusu, iç ve dış ilişkilerin bir bütünlüğü içinde ele alınmalıdır.


Bu noktada İngiltere-Hindistan örneğini verir: İngiltere’deki kapitalist gelişme, Hindistan’dan bağımsız olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla erken ve geç kapitalistleşen ülkeler arasındaki ilişkiler göz önünde bulundurulmadan yapılan değerlendirmeler eksik kalır. Emperyalizmi yalnızca ulusal çıkarlar çerçevesinde değerlendirmek yetersizdir; tarihsel olarak daha soyut ve bütünlüklü bir perspektif gereklidir.


3. "Erken kapitalistleşen ülkeler bizim kalkınmamızı istemiyor."


Eryılmaz, bu söylemi de tek taraflı ve indirgemeci bulur. Osmanlı’nın 1838 Ticaret Antlaşması gibi gelişmelerle iç gümrüklerin ve tekelciliğin kaldırılmasını örnek vererek, Batı kapitalizminin süreci hem hızlandıran hem de yavaşlatan etkiler yarattığını ifade eder.


Feshane ve Bakırköy’deki fabrikalar örnekleriyle sanayileşme süreçlerinin hızlandırıldığını, öte yandan demiryolları gibi projelerle kapitalizmin emperyalist boyutunun da derinleştiğini belirtir. Ancak bu gelişmeleri ulusal çıkarlar temelinde değerlendirmek, sürecin sınıfsal ve sistemsel karakterini görünmez kılar.


Kapitalistleşme sürecinin anlaşılması için vergi sistemindeki dönüşüm de önemlidir. Önceden ayni olarak toplanan vergiler para biçiminde toplanmaya başlanmış ve bu durum pazar ilişkilerinin gelişmesini, parasal ilişkilerin yaygınlaşmasını tetiklemiştir. Bu da sermaye birikiminin önünü açmıştır.


Buna rağmen, Osmanlı’nın iç dinamikleri kendi başına kapitalistleşmeyi sürdürebilecek bir yapıda değildir. Kurumsal altyapıların yetersizliği ve iç ilişkilerin zayıflığı bu sürecin tıkanmasına neden olmuştur.


4. "1945’te neden dışa açılamadık, ama 1980’de bu mümkün oldu?"


Eryılmaz’a göre sermaye birikiminin ilk refleksi korunmadır. Hiçbir ülke, yeterli sermaye birikimini sağlamadan dışa açılamaz. İngiltere dışındaki tüm ülkeler (Almanya, Rusya vb.) belirli bir korumacılık döneminden geçmiştir. 1945’te Türkiye’de sermaye, dış pazarlarda rekabet edecek düzeyde değildi. Ancak 1980’e gelindiğinde içeride yeterli sermaye birikimi sağlanmış, sermaye dışa açılabilecek olgunluğa ulaşmıştır.


İş Bankası gibi kurumlarla üretken sermaye süreçleri desteklenmiş; gümrük tarifeleri, teşvik-i sanayi kanunu gibi politikalarla iç üretim korunmuştur. Bu süreç, doğrudan yabancı sermayeden bağımsız değildir; her zaman bir dışsal sermaye ilişkisi söz konusudur. Bu nedenle ulusal ekonomi, dünya kapitalist sistemi dışında kendi başına gelişemez.


Eryılmaz, burada kapitalizmin temel dinamiklerine — meta üretimi, değer yasası, pazar zorunluluğu — yaptığı vurgularla süreci anlamaya çalışır. Ancak sınıf meselesi analizin merkezinde değildir; kavramsal olarak geçse de çözümlemede belirleyici unsur olarak kullanılmaz.


GKÜ’lerde (Geç Kapitalistleşen Ülkeler) iç pazarın kurulumu para sermaye ile sağlanmıştır; EKÜ’lerde (Erken Kapitalistleşen Ülkeler) ise üretken sermaye belirleyicidir. Ancak bu iki sermaye biçimini kesin çizgilerle ayırmak yanıltıcı olabilir. Sermaye biçimleri belli tarihsel dönemlerde öne çıksa da birbirlerini dışlamazlar; aralarında sürekli bir etkileşim vardır. İş Bankası’nın kuruluş amacı da tam olarak bu ilişkiyi desteklemektir: üretim ve yatırım süreçlerine kredi sağlamak.


Sonuç


Eryılmaz, Türkiye’ye özgü kapitalist gelişme sürecini değerlendirirken, iç burjuvazi, dış burjuvazi, emperyalizm ve kapitalizm arasındaki ilişkileri analiz eder. Kitapta eleştirilen burjuva sosyalizmi ise kapitalizmi onaylayıp sadece emperyalizme karşı çıkarak tutarsız bir pozisyonda kalmaktadır. Oysa anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalizm, içi boş bir söylemdir. Çünkü emperyalizm, kapitalizmin tarihsel ilerleyişinden bağımsız düşünülemez.

 
 
 

Comments


bottom of page