İktisat İdeolojisi Üstüne Deneme'nin Eleştirisi
- Yelda Altunal
- 4 Haz 2020
- 3 dakikada okunur
Bu yazı, Asaf Savaş Akat’ın 1983 basımı Alternatif Büyüme Stratejisi – İktisat Politikası Yazıları kitabının giriş bölümüne dair bir değerlendirme içermektedir. Esasında Akat’ın sınırlarını aşarak kaleme aldığı bu yazı, yer yer derin tartışmalar barındıran bir deneme niteliği taşımaktadır. Öyle ki, metin boyunca yazarın kendi ifadeleri hakkında endişe duyduğu ve okuyucunun olası tepkilerini öngörerek açıklama yapma gereği hissettiği görülmektedir.
Akat’ın temel derdi, okuyucuya Türkiye’nin çok uluslu bir tarım imparatorluğundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde yaşadığı zorlukları anlatmak ve bu geçişin artık tamamlandığını iddia etmektir. Bu bağlamda, geçiş dönemine ait köhne ideolojik ve kurumsal kalıntıların hızla tasfiye edilmesi ve çağdaş sanayi toplumlarına özgü ideolojik ve kurumsal yapıların kurulması gerektiğini savunmaktadır.

Yazarın bu tespitlerini daha yakından inceleyebilmek için, değerlendirme amacı doğrultusunda önce yazının yöntemine değinmek gerekir. Akat, “tarihi bir perspektif”in gerekliliğini vurgular ve yöntemini şu sözlerle açıklar:
“En basit bir tarih (ve toplum) teorisi bile, iktisadi, politik ve ideolojik şeklinde soyutlamaya çalıştığımız süreçlerin aslında aynı toplumsal bütünün farklı cepheleri olduğunu vurgular; aralarındaki bağımlılığın niteliklerini saptamaya çalışır, herhangi birini tek başına ele almanın imkansızlığını belirtir; uzun dönem (yapısal) ve kısa dönem (konjonktür ya da türüm) farkını kavramsallaştırır… Ne var ki, teorik düzeydeki bu tür kaygılar, somut toplumların somut analizleri yapılırken sık sık unutulur: Kısmi, bütünü; güncel, yapıyı kovar.” (s. 8)
Öncelikle, iktisat ideolojisinin sürekliliğine ve bütünlüğüne karşılık, politik ideolojide şoklara ve kopuşlara işaret edilmektedir. 1946, 1960, 1971 ve 1980 müdahaleleriyle politik alanda gelinen noktanın, iktisadi ideolojinin çok ilerisinde olduğu belirtilir. Buradan hareketle, ideolojilerin tarihsel olarak en yavaş değişen ve kendilerini en güçlü şekilde yeniden üretebilen toplumsal formlar oldukları ifade edilir. Akat’a göre, Türkiye’de iktisadi ideolojinin politik ideolojiye göre daha az gelişmiş olması bu genel kuralla çelişmektedir. Bu özgül durumun nedenleri ise konjonktürel ve yapısal olmak üzere ikiye ayrılarak açıklanır.
Akat, iktisadi düzey kriterleri bağlamında dışa açıklığı milliyetçilikle (konjonktürel), piyasalaşmayı ise merkeziyetçilikle (yapısal) açıklar. Milliyetçilik, Osmanlı-Türk toplumunun kendisini Müslüman kimlik üzerinden tanımlamasının bir sonucu olarak Batı’yı “gavur” görmesinden kaynaklanan tarihsel bir refleksle açıklanır. Piyasalaşma konusunda ise Osmanlı’nın feodal Batı Avrupa'dan farklı olarak devlet merkezli bir yapı sergilediği, bu nedenle Batı’daki anlamıyla bir sınıf yapısının ya da mülkiyet ilişkilerinin gelişemediği ifade edilir. Devletin sürekli güç merkezlerini denetim altına alma eğilimi, kapitalistleşme sürecinde piyasa ilişkilerinin kurumsallaşmasını da engellemiştir.
Ancak burada gözden kaçan önemli bir husus vardır: Türkiye’nin kapitalistleşme süreci, kapitalizme içeriden evrilme biçiminde değil, kapitalist dünya sistemine dışsal bir şekilde eklemlenerek gelişmiştir. Kapitalizm Osmanlı’ya çeperden, özellikle 1838 İngiltere-Osmanlı Ticaret Anlaşması’yla girmiş ve Anadolu’yu Batı için bir pazar haline getirmiştir. Bu da Osmanlı’yı yarı-sömürge konumuna itmiş, devrimci burjuvazinin oluşması için gerekli tarihsel zemini ortadan kaldırmıştır.
Akat’ın analizinde devlete olumsuz bir mana yüklenerek onu “ceberrut devlet” olarak tanımladığı ve bu yaklaşımın liberal eksenden beslendiği açıkça hissedilmektedir. Bu nedenle burjuva demokrasisi ve piyasa mekanizması desteklenir. Giriş yazısının sonlarında şu ifadeyle bu duruş açıkça ortaya konur:
“Türk toplumunun Osmanlı’dan bu yana bir türlü liberalizm üretememesi, toplumun dinamik unsurunu oluşturan bizlerin ‘gelişme’ uğruna bu işlevi de yüklenmek zorunda kalmamız ile sonuçlanabilir. Bu nedenle yönetime de hazırlıklı olmalıyız.”
Bu noktada Akat’a, Türkiye’de burjuvazinin ancak devletin olanaklarıyla gelişebildiğini; Batı’daki gibi kendi dinamikleriyle örgütlenmiş bir sınıf olmadığını hatırlatmak gerekir. Ayrıca, kapitalist ekonominin temel dinamiği olan özgür emek gücü ve artı değerin yaratımı gibi unsurlar, Akat’ın analizinde yoktur. İşçi sınıfının durumu, kapitalistleşme tartışmasında adeta dışlanmıştır. Yazının sonunda Akat, amacının çağdaş sanayi toplumuna giden yolda pre-kapitalist kalıntıların tasfiyesine yardımcı olmak olduğunu belirtir. Hakim iktisat ideolojisinin liberal sol diyebileceğimiz kanadına seslenir ve sivil toplum vurgusu yaparak, sosyalistleri de bu pozisyona davet eder. Ancak sivil toplumun hızla inşa edilmesi ve devletin bireyin özgürlüğünü güvence altına alacak şekilde sınırlandırılması yönündeki çağrılar, kapitalizme geçişin önkoşulu olarak piyasa ve demokrasiye yüklenen anlamla bağlantılıdır. Sivil toplum, bireysel hak ve özgürlükleri teminat altına alırken toplumu siyasal alandan soyutlamayı da içerir. Nitekim, kapitalist üretim tarzının yapısal bir özelliği olan devlet ile sivil toplumun ayrışması burada belirginleşir.
Sonuç olarak, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişme yasası her “ulusal” kapitalizmi dünya pazarına yönlendirir ve bu sürece uyum bazı ülkelerin diğerlerine iktisaden bağımlı hale gelmesiyle mümkün olur. Türkiye’nin kapitalizmle ilişkisini bu çerçevede değerlendirmek; özü gizleyip biçime odaklanan analizlerin ötesine geçmek, Asaf Savaş Akat’ın davetine icabet etmemeyi zorunlu kılar.
Коментарі