top of page

Kendi Kendinin Patronu Olmak

Güncelleme tarihi: 20 Oca 2021

"Gidelim artık. Yoruldum, her gün defalarca tekrar ettiğim tüm bu işleri yapmaktan köreldim, yaratıcılığımı günden güne kaybediyorum. Şehirdeki tüm insanlar üstüme üstüme geliyor sanki, boğulacak gibi oluyorum. "



Epeydir şehirden uzakta yapabileceğimiz işler üzerine düşünüyoruz. Yaşamımızı sürdürmek için apaçık paraya ihtiyacımız olduğuna kanaat getirmiş olmamızdan. Şehirden gitmek istememiz ise ücretli işçi olarak mevcut kapitalist çalışma koşullarına tabi olmamızdan, işlerin bir rutin halini alması ve günden güne daha edilgen hale geliyor olmamızdan, şehir hayatının karmaşasından, toplumsal ilişkilerin yozluğundan. Ama ya kaçtığımız şeyi peşimiz sıra sürüklüyorsak?



Geçmişte serbest piyasa, serbest ekonomi sistemi gibi özgürlüğe atıfta bulunan sözlerle kapitalizmin ücretli tutsaklığı gizlenmeye çalışılırdı. Bugünse yine bu dolayımda, tam da bizim "uzaktan iş yapmak", "kendi kendinin patronu olmak", "home office çalışmak" şeklinde ifade ettiğimiz, kapitalizmin yeni yüzü esnek çalışma sistemiyle manipülasyona devam etmekteyiz. Zaten düşündüğümüzde "kendi kendinin patronu olmak"ta bir sorun görmüyor musunuz sizde? Mevcut çalışma biçimini, koşullarını eleştiren; risk alarak yeni ve "daha özgür" bir çalışmayı vaadeden bir kendi patronluğu. Sanki burada örtük bir şeyler var. Bu yeni çalışma türü, patronun denetleme işlevinin dışsallığından kaynaklanan rahatsızlığın farkında gibi görünüyor. Kontrolü içselleştiriyor ve çalışmaya yeni kontrol biçimleri getiriyor; ancak esnekliğin okunaksızlığıyla örtülü bu yeni kontrol biçimlerini anlayabilmek, açığa çıkarabilmek hiç kolay görünmüyor.

Kendi çalışmanı ve kendi çalışma zamanını organize etmek tamamen özgürce yapılan, bireysel bir eylem midir? Eleştirdiğimiz yalnızca çalışmadaki katı bürokrasi, çalışma zamanının uzunluğu ve çalışma mekanı mıdır? Değişimden yana olarak ve risk alarak kendi kurduğun işinde çalıştığımızda, çalışma zamanımızı kendimiz belirlediğimizde ve istediğimiz herhangi bir yerden çalışabildiğimizde ücretli çalışmaya dair olumsuz fikrimiz değişecek mi? Çünkü artık küreselleşmiş piyasalar ve dünyanın çeşitli yerlerindeki insanları birbirine bağlayan bilgisayar ve internet teknolojileriyle bunu yapmak epeyce kolaylaştı. "Kendi kendinin patronu olmak"tan bahsediyorum. Bu vesileyle rutinden de kurtulur muyuz? Esnek çalışmayla rutinden kurtulmuş olmak, acaba kendinde verili risk ve belirsizliğe rağmen bizi yaşama karşı daha mı aktif kılar, yoksa bizi eleştiri sunduğumuz ekonomik sistemin daha da derinlerine mi gömer?


Richard Sennett "Karakter Aşınması" adlı kitabında, yeni kapitalizmin, kendi kendinin patronu olmayı da içeren esnek çalışmanın, kişinin karakteri üzerindeki etkilerini sorguluyor. Çarpıcı bir biçimde şu düşüncesini de ekliyor: "İyi bir işin nitelikleriyle iyi bir karakterin nitelikleri artık örtüşmüyor." Çünkü modern ekonomik dünyada sağlam durabilmek, ayakta kalabilmek, sadece iş hayatında değil, bizzat içsel dünyanda ve duygularında değişimleri öngörüyor. Örneğin; uzun vadeli ilişkiler kurma konusunda eksiklik, vefa, sadakat, dayanışma gibi duygulardan yoksunluk, belirsiz, bireysel ve güvencesiz bir yaşam gibi. Sennett bunu şöyle ifade ediyor: "Kısa vadeye dayalı kapitalizm, karakterin insanları birbirine bağlayan ve her birini sürdürülebilir bir benlik duygusuyla donatan özelliklerinin aşınması tehliklesini barındırıyor."


Esnek çalışma elbette birçok iş kolunu, kültürel sermayeyle de bağlantılı olarak birlikte sunuyor. Kendi kendinin patronu olan danışman şirket sahibiyle, sözleşmesiz ve insani olmayan koşullarda çalışan işçiler gibi. Şüphesiz ki buna yukarıda bahsettiğimiz küreselleşmiş piyasalar ve dünyanın çeşitli yerlerindeki insanları birbirine bağlayan teknolojilerin varlığı ortam oluşturuyor. New York'ta danışman şirket bir ayakkabının tasarımını yaparken, Endonezya'da bir çocuk işçi asla giyemeyeceği bu ayakkabıyı üretiyor. Londra kökenli bir dağıtım şirketi bu ayakkabıları tüm dünyaya dağıtırken, bir başka danışman şirket reklam kampanyasını hazırlıyor. Günübirlik çalışan bir işçi de panoları bu ayakkabının afişleriyle donatıyor. Birinin özgürlüğünün ön koşulu bir diğerinin tutsaklığı gibi görünüyor ancak yine de danışman şirket sahibinin özgür olduğunu söylemek doğru olur mu?


Sanıyorum çalışmanın doğası üzerine, ücretli çalışma üzerine daha fazla düşünmemiz gerekiyor. Bir de her dönem yüz değiştiren kapitalist sistem ve onun üretim ilişkileri üzerine. Çünkü başından beri sorguladığımız, sabit çalışma koşulları, rutin, bürokrasi ya da esnek çalışma koşulları, risk, girişimcilik gibi ayrımlar değil esasında. Yaşamımızı sürdürmek için neden bu sisteme bir yerinden dahil olmamız gerektiğini düşünüyoruz? Yanı başımızda kendi oluğunda akıp giden bir dağ suyu varken, büfe kuyruğunda bir pet şişe su için bekliyor olmamızdan olabilir mi?


Çok soru var. Ben cevapları üzerine düşünedurayım. Uzaklara gitmek için bu soruların olası cevaplarını kurgulayayım. Ama siz de biraz düşünün. Acaba kaçtığımız, kaçmak istediğimiz, şikayet ettiğimiz şey nedir çalışmaya dair ?


Hadi, bu sayede buluruz belki kendi yolumuzu . .







 
 
 

Commenti


bottom of page