top of page

"Muhafazakar mıyım?"

Güncelleme tarihi: 26 Eki 2020

Bir önceki yazımda ahengi yitirmekten yana olan korkum beni bu hafta türlü sorgulamalara gark etti. Kendime sormaya utandığım, sıkıldığım bir soruya muhatap etti:


Arkadaşlarım, dostlarım. Yoksa ben muhafazakar mıyım?


Onca ahenk merakı, halihazırdaki düzenimde ufak bir değişikliğe karşı içimde filizlenen hezeyanlar hep bu muhafazakarlıktan mıdır? Mesela gözünüzü kapattığınızda ilk aklınıza gelen şey nedir? Benim ki açtığım anda her şeyin yerli yerinde olup olmadığı. Of, içim bir fena oluyor. Galiba ben…


Muhafazakar düşünce, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ve Aydınlanma Hareketi’nin felsefesi olan akılcılığın birikimiyle; bu üç tarihsel olgunun ters yüz ettiği dünyaya, istikrar ve geleneği koruma yönünde bir ısrarla ortaya çıkıyor. İnsanların içine düştüğü endişe ve kaos durumundan besleniyor. Yazının sorusundan hareketle, literatürde farklılaşmalar olsa da iki tür muhafazakar anlayıştan söz etmek gerekiyor: Mizaç, yani yaşamımız boyunca geliştirdiğimiz psikolojik bir hal olarak ve de statü temelinde kişinin durumunu, toplumsal konumunu tehdit eden çözülmelere karşı bir duruş olarak.


Mizaç olarak muhafazakarlık, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir insanın günlük olarak yaşadığı; kültürel bir tavır alış olarak, yaşam biçimindeki değişiklere gösterilen dirençtir. İstikrardan yana olma, geleneklere bağlılık, düzensizlikten, kargaşa durumundan ve bir arada yaşadığı diğer insanlardan ayrı düşmekten yana endişeler şeklinde kendini gösteriyor. Rossiter, “Conservatism” adlı kitabında yalnızca bu türlü yaşayan insanlardan oluşan bir toplum, gerilemeye mahkum ve zalim olurdu diyor. Ancak muhafazakar mizaç da örgütsellik eğilimi taşımasa, iş bölümü, bilgi ve deneyimin kuşaktan kuşağa aktarımı, kalıcı olması zorlu olurdu diye de ekliyor.


Statüyle ilişkilendirilen ve “durumsal muhafazakarlık” adıyla literatürde yer bulan diğer bir muhafazakarlık türü ise kişinin statüsünün(durumumun) düşünce ve tercihlerini doğrudan belirlediği yünündeki düşünceden besleniyor. Bu yüzden bu durumunun değişmesine neden olabilecek herhangi bir dinsel, siyasal, kültürel veya ekonomik değişime karşı bir tutum söz konusu. Köklü değişikliklere, radikalizme bütünüyle karşı çıkılır. Çünkü yıllar yılı “kendiliğinden” ve deneyimler yoluyla alışılagelmiş halini alan toplumsal yaşamın, birden bire yıkılıp yeniden kurulması bir alt üst oluş anlamına gelecektir anlatıya göre.


Statü temelindeki bu tür bir muhafazakarlık, düşündürdüğünün aksine, yalnızca sınıfsal olarak üst kesimlerin sahip oldukları konumu kaybetmek istemeyişleri anlamına gelmiyor. Esasında, tabanı oluşturan, yaşamını sürdürebilmek için gerekli olan üretim araçlarına sahip olmayan geniş halk kesimleri de toplumsal çevrelerinin, geleneksel bir takım değerlerinin, duygularının ve bireysel çıkarlarının ışığında var olan konumlarını korumak istiyor. Diğer yandan bu tür muhafazakarlığın yoğun olduğu diğer toplumsal kesimler ise belki de tahmin edebileceğimiz üzere köylü, çiftçi ve esnaf kesimler oluyor. Nedeni ise sürekli değişen ve gelişen teknolojiyle birlikte bu kesimlerin her geçen gün rekabet piyasasında tutunmakta zorlanmaları. Bu da onların, ekonomik ve toplumsal hayata yapılan her müdahale ve değişime, kendi konumlarını korumak pahasına tüm güçleriyle karşı durmaları anlamına geliyor.


Kötü müzikle ahengin bozulması üzerinden geldiğimiz şu son noktada ise benim anladığım, geleneksel bir mekanın içerisinde çınlayan Rihanna şarkısının yarattığı huzursuzlukta, “ahengi yitirmek” olarak aktardığım durumun muhafazakarlıkla açıklanamayacak olması :) Doğru soruları sormazsan, doğru cevaplar veremiyorsun ne yazık ki.


Kafamda deneyimlerim, sınıfım, toplumsal cinsiyetim, ideolojim, tüm toplumsal geçmişimle şekillendirdiğim çeşitli kategoriler, temsiliyetler, imajlar var. Bunların her birinin de gerektirdikleri. Besbelli o ortamda Rihanna bu gerekliliklerden biri değildi, sahiden o ortamda pek bir gereksizdi.


Yani demem o ki ahengi yitirmekten korkmak, demek değildir ki muhafazakar olmak. Demektir ki Sütlü Nuriye’yi sevmek, sıcak bir çayla ve güzel dostlarla birlikte.


Ama derler ki bir şeyi kırk kere söylersen o olursun. Bir sayacağım kırk olmuş mu diye.


Haydi iyi hafta sonları olsun hepimize..

 
 
 

Komentáře


bottom of page