top of page

Permakültür Üzerine..


Permakültür, 1970’li yıllarda Avustralya’da ortaya çıkan; doğayı örnek alan, ekolojik yaşam için gerekli çeşitlilikleri ve bağlantıları gözeten bütüncül bir tasarım bilimidir. Uzun süreli gözlem, iş birliği ve iyi planlamaya dayanan bu yaklaşım, sürdürülebilir yaşam biçimlerinin oluşturulmasını amaçlar. Permakültür fikrinin öncüsü ve “permantent agriculture” kavramının yaratıcısı olarak kabul edilen Avustralyalı Bill Mollison, bu sistemin dogmatik tek bir tanımının olmadığını, ancak birçok farklı tanımının yapılabileceğini vurgulamıştır.


Kelime kökeni olarak permanent agriculture (kalıcı tarım) veya permanent culture (kalıcı kültür) anlamına gelen permakültür, yalnızca tarımsal üretimle sınırlı kalmaz. Enerji, barınma, su yönetimi, iklim koşulları ve etik ilkeler gibi yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir sistem olarak değerlendirilir. Bu yaklaşıma göre, insan ihtiyaçları doğanın işleyişi örnek alınarak, doğaya zarar vermeden karşılanmalıdır.


Permakültür tasarımı; tüm bileşenlerin, canlıların yararına işleyen bir dolaşım halinde bir araya getirildiği bir sistemdir. Buradan hareketle, permakültürün aynı zamanda çoklu kültür fikrine işaret ettiği söylenebilir. Doğadaki tüm türlerin—doğrudan olmasa bile—birbirine dolaylı yollarla fayda sağladığı kabul edilir. Bu nedenle sistemin herhangi bir aşamasında hiçbir tür "zararlı" olarak tanımlanmaz; her türün ekosisteme sağladığı çok işlevli katkılar göz önünde bulundurularak bir denge kurulmaya çalışılır.


Permakültür uygulamalarında, küçük ölçekli ama yoğun kullanılan tarım birimleri ön plandadır. Bu sayede insanlar, doğanın doğal döngülerine daha yakından bağlanır ve kendi yaşam süreçlerini bu ekolojik bütünlükle uyumlu hale getirebilirler.[1]


Mollison permakültür tanımını şu şekilde yapmıştır:


“Permakültür; sürdürülebilir insan yerleşimleri yaratma amaçlı bir tasarım sistemidir. Kültürler sürdürülebilir tarım temeli ve toprak kullanma etiği olmadan uzun süre yaşayamayacağı için, nu birleşik sözcük yalnızca kalıcı tarım sözcüklerini değil, aynı zamanda kalıcı kültür sözcüklerini de içerir. Permakültür bir düzeyde bitkiler, hayvanlar, binalar ve altyaoıyla ilgilidir. Ancak permakülotür yalnızca bunlarla değil, bu öğeleri arazide nasıl yerleştirirsek aralarında nasıl bir karşılıklı ilişkiler oluşturabileceğimizle de ilgilenir.”[2]


Bu tanım permakültürün dinamik yapısını ve istikrar sağlayıcı yönünü ortaya koyması açısından önemlidir. Türlerin uyumu ve sürdürülebilirliğe vurgu doğanın kendi döngüsü içinde düşünülmelidir.


Bill Mollison permakültür için “Aslında bir cennet bahçesi yaratma çabası diyebilirsiniz” diyor. Şuana kadar ki biricik düzenlenmiş tasarı sistemi olduğunu söylüyor ve uygulamaya yönelik olduğu için hem çeşitli bilimlerden farklı tutuyor hem de bu diğer bilimleri üniversitelerde müfredatları gereği gerçek hayattan kopuk anlatıldığı için eleştiriyor. Buna ek olarak birçok hanenin elektrik olmadan kendini idame ettiremeyeceğinden, bağımlılıktan dem vurarak, her evin kendini idaresinin çok basit bir şey olduğunu söyleyerek, bunun hala fark edilememesine şaşırıyor.[3]


Permakültür tarımsal verimliliği odağına koyan ekosistemler yaratmak(tasarlamak) ve sürdürebilmesine çalışmaktır. Bu tasarı, tüm bileşenleriyle yaşamın her alanına faydalı bir örüntüdür. Doğanın her daim yanında yer alan, derin planlamalar içeren, hesaplı, uzun süreli ve sistemlerin tüm işlevleriyle birlikte ele alındığı bir kavramdır.[4]


Bir başka permakültür tanımı yapılacak olursa; karşılıklı yardımlaşmaya dayalı, paylaşıma önem veren, yerel ekonomileri savunan ve kendine yeterli olma amacıyla hareket eden ekolojik bir yaşam biçimi tasarımıdır, diyebilmekteyiz. [5]Bu tanımdan hareketle sürdürülebilir yaşam için sürdürülebilir insan ilişkilerinin önemi vurgulanması gerekli bir nokta olarak göze çarpar. Karşılıklı dayanışma ve işbirliği, insan ilişkilerinde olduğu gibi insanın diğer türlerle, doğayla olan ilişkisinde de onu çeşitliliğin güzelliğine doğru yola koyar. Buradan da anlaşılabilir ki permakültür toplumların kendine yeterli hale gelebilmesi, kendine yeterli sistemler oluşturabilmesine temel bilgi sağlayıcılığı rolüyle destek olmaktadır.


Permakültür yaklaşımının kendine yeterli sistemler yaratması ve atıklarını yeniden kullanmasına orman örneğiyle açıklık getirelim. Ormanlar kendi içlerinde, dışarıdan herhangi bir müdahaleye gerek duymadan yaşamlarını sürdürebilir, çeşitlilik sağlayabilirler. Tohumları kendilerinde ya da içerisinde bulunan taşıyıcı hayvanlardadır. Gübresini ise dökülen yapraklar, çürümüş ağaçlar, hayvanlar (uçan, sürünen) karşılar. Hayvanlar ve bitkiler asla ayrı düşünülmemelidir. Bunların birbiriyle etkileşimleri ve birbirlerinden faydalanmaları, bu çoklu fonksiyonel ilişkiler orman için son derece önemlidir. Öyle ki orada bir öğenin çıktısı diğer bir öğenin girdisine dönüşmektedir (Ağacın yapraklarını dökmesi, bu yaprakların gübre olarak toprak tarafından kullanımı). Zararlı böceklerden kimyasal yollara başvurarak kurtulmak orman için söz konusu bile değildir, sadece orman o zararlıdan bile nasıl faydalanabileceğinin yollarını bulmuştur. Böyle bakınca ormanların hiçbir çevre kirliliğine neden olmadığı görülmektedir zira sistemin kullanılmayan bir çıktısı kalmamıştır.[6] İşte permakültür de böyle bir sistem yaratma çabası içerisindedir. Çoklu fonksiyonel ilişkiler (bir öğenin çıktısının diğer bir öğenin girdisi olması) bütün olarak gözlemlenir (hayvanlar, bitkiler, insanlar) ve bu uzunca gözlem aşamasından sonra planlanır ve uygulamaya konulur.


1. Permakültür Fikrinin Ortaya Çıktığı Ortam


Permakültürün tarımsal verimliliğe dayalı ekosistemler tasarladığının bilincinde olarak, permakültür fikrinin Yeşil Devrim’den sonra ortaya çıkmış olmasını elbette ki tesadüfî değildir. Toprağın gitgide verimsizleşmesi ve zehirlenmesi bu dönemin bir ürünü olmakla birlikte, sonrasında yaşanan petrol krizleri de insanları alternatif enerjiler ve alternatif olabilecek toplumsal yaşam alanları aramaya itmiştir.


Bilindiği gibi Yeşil Devrim; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra hızla artmaya başlayan nüfusun gereksinimleri karşılamak üzere tasarlanmış, birim toprakta geleneksel yöntemlerden daha fazla verim sağlamak adına tarım ilaçlarının ve kimyasal gübrelerin kullanılıp, aşırı sulamanın yapıldığı bir dizi tarım politikasıdır. Bu uygulama gerçekten de üretimi artırmış fakat on yıllar sonrasında toprağı verimsizleştirdiği ve zehirlediği, insan sağlığını tehdit ettiği (kimyasal ilaç ve gübrelerden ötürü), aşırı sulamanın da su kaynaklarını azalttığı, erozyona neden olduğu hususunda tartışmalara açık hale gelmiştir. Zira bu endüstriyel tarım mono kültür (bir tür besinin fazlaca üretimi) savunucusudur ve çeşitliliğin olmaması üreticiyi girdi kullanmaya mecbur bırakır. Buna bir de kimyasallara bağlılık eklenince üreticinin maliyetleri artış göstermiş, toprakta aşırı kimyasal kullanımı da toprağın fiziki yapısını bozmuştur. Dahası organik bir takım maddelerin eksilmesi de toprakta tuzlanma, çoraklaşma gibi sorunları ortaya çıkarmıştır.


Tüm bu olumsuzluklar yaşanırken yine aynı tarihlerde Avustralya’dan filizlenen permakültür fikri, detaycı ve planlı yapısıyla toprağın imdadına yetişen mucizevî bir bütünlükçü tasarıdır. Belki de bu fikrin yayılması ve uygulana gelmesiyle “yeşil devrim” ünvanını bu kez hak eden uygulama almış olacaktır.


2. Mollison’un permakültürü ve Fukuoka’nın doğal tarımı


Masanobu Fukuoka, Japonya’da yaşamış (1913–2008) bir çiftçi ve bilim insanıdır. 1975 yılında deneyimleri ve hayat felsefesini anlattığı “Ekin Sapı Devrimi (The One-Straw Revolution)” adlı kitabında “doğal tarım” olarak adlandırılan toprağı işlemeden, suni (kimyasal) gübre ya da hazırlanmış kompost kullanmadan yapılan bir tarım yönteminden bahsetmektedir. Deneyimlerinden yola çıkarak, hangi tohumun hangi diğeriyle birlikte ekilmesi gerektiği ve verimin en yüksek olduğu haller konusunda bilgi vermektedir.


Bu genel çerçeve ışığında esasında Mollison ve Fukuoka’nın aynı amaç çerçevesinde benzer yanları ve farklılıkları olan kendilerine has yöntemler ile ilerlemiş olduklarını görmekteyiz. Permakültür, tüm birimlerin işlevsel olarak maksimum şekilde kullanımını sağlayan bir tasarım sistemidir. Bitkiler ve hayvanların yetiştirilmesi, doğal konutlar gibi tüm birimler birlikte çalışmaları ve zamanla kusursuz, sürdürülebilir bir tarım sistemine dönüşmeleri üzere tasarlanır.


Permakültürün mucizesi tasarımdır. Tasarımcı bilgisi, yeteneği, duyarlılığı planı oluşturmak ve sonrasında uygulamak için olmazsa olmazdır. Fukuoka’nın perspektifi bu anlamda biraz daha farklılaşmakta fakat doğal çiftçilik(tarım) ve permakültür hala ortak bir amaca hizmet etmektedirler. Doğal çiftçilik ve permakültürün birbirine kattığı pek çok yön bulunmaktadır. Fukuoka’nın doğal çiftçiliğin kişinin ruhsal sağlığından kaynaklandığına inanması ve toprağın iyileşmesiyle insan ruhunun arınmasını tek bir süreç olarak görmesi, permakültürün ondan edindiği ve kendi ilkelerinde eksik olarak gördüğü ruhsal temeli sağlamlaştırmıştır.[7]



3. Permakültür Etik İlkeleri


Permakültürün temel 3 etik ilkesi; doğayı gözetmek, insanı gözetmek ve nüfus ile tüketime sınır getirmektir.[8]

  • Doğanın gözetilmesi: Bu ilke doğada var olan her canlı veya cansızın, sistemlerin varlıklarını korumayı, çoğalabilmelerini içerir. Her bir tür önemlidir ve özeldir, sistemin işleyişine katkıda bulunur. Eğer ki sistemin içerisindeki herhangi bir türün(bitki, hayvan) yok olma durumu söz konusu olursa insanlığın da hayatta kalma ihtimali azalmış olacaktır. Bu yüzdendir ki bu tasarı bilimi, insanın doğa üzerindeki tahakkümünü azaltması ve doğanın toparlanmasına olanak sağlaması anlayışıyla işe başlamaktadır.

  • İnsanın gözetilmesi: İnsanların yaşamlarını idame ettirebilmeleri adına ihtiyaçları olan kaynaklara, eşit şekilde ve adilane ulaşımlarının mümkün kılınmasıdır. Böylece bu tür, yaşamını sürdürebildiği gibi çoğalma hakkına da kavuşmuş olacaktır, öte yandan doğanın sistemlerinin işleyişine katkısına devam edecektir. Zira insan kuşkusuz ki doğanın önemli bir parçasıdır. Bu onu hiyerarşik olarak üstte tutma hakkı vermese de ona belli başlı ihtiyaçlarının karşılanması için olanak tanımalı ki çeşitler arası sorumluklarını yerine getirebilmesi sağlansın.


  • Nüfus ve tüketimin sınırlandırılması/ artı değerin paylaşımı: Nüfusun tıpta ilerlemeler(bebek ölümlerinin azalması, insan ömrünün uzaması), Sanayi Devrimi gibi etmenlerle artış göstermesi, dünyanın bu yükü daha fazla kaldıramayacağının işareti olarak doğa olaylarının sıklaşmasıyla, çözülmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkması yeni bir olgu değildir. Doğa bir türün diğer türlerden çok daha fazla olmasına ve giderek de yayılmasına olanak tanımayacaktır. Dolayısıyla nüfusun azalmasına çalışılmalı, küçülme hedeflenmelidir. Nüfus meselesi kaynakların paylaşımı konusunda sorunlu bulunmasının yanında diğer türleri baskı altına alma ve teknoloji sayesinde bunu sürdürmeye çalışması konusunda da problem yaratacağa benzemektedir.

Tüketimin sınırlandırılması ise başlı başına incelenmesi gereken bir mevzudur. Çünkü günümüz kapitalist ülkelerinde tüketim, her alanda özendirilmekte ve sorunların çözümü için önerilmektedir. Eğitim sistemleri tüketici yetiştirmek üzerine kuruluyken, medya da aynı ölçüde tüketimi özendirici aktif kampanyalara girişmektedir. Ekonomilerin sürdürebilirliği tüketim üzerinden konumlandırılmış, her hangi bir kriz döneminde daha çok tüketilerek sorunların çözüleceği açık açık dile getirilmektedir. Diğer taraftan elbette ki bu tüketimi karşılayabilecek üretim; kaynakların (doğal kaynaklar, beşeri kaynaklar) aşırı kullanımına dayanmaktadır. Bu aşırı kullanım hem kaynaklar hem insanlar üzerinde onarılamaz yaralar açmakta ve önlem alınmazsa bu yaralar öldürücü boyutlara gelmektedir. Bu önlem toplumların tüm temel ihtiyaçlarının en kötü doğadan aldığı kadarını geri verecek şekilde karşılamasına olanak tanıyan permakültür tasarımı şeklinde olabilmektedir.


İnsanı gözeten, doğayı gözeten, büyümeyip tüketimini sınırlayan insanlar, elde ettikleri refahın* artı değer kısmını paylaşarak, yeni oluşumlara destek olmaktadırlar. Çünkü permakültürel ilkelere uygun yaşam, uzun vadede toprağı, insan ilişkilerini, havayı, suyu kısaca doğayı onardığından ve zenginleştirdiğinden artı değer oluşturur. Yapılması gereken şey, “başka insan topluluklarının da bunu başarabilmesi için bütün o fazlayı vakfetmek. İhtiyaçları minimuma kısıp dünyada bütün insanlar bunu başarana kadar vakfetmeye devam etmek”[9] olmalıdır. Zira bu fazlayı biriktirip zenginleşmek, hareketin ruhuna aykırı bir durumdur.


4. Permakültür prensipleri



Permakültür; tüm canlıların, yararına işleyen bir örüntü halinde bir araya getirilme sistemidir. Bu özelliği dolayısıyla etik ilkelerinin etrafında şekilllenen bir takım prensiplere ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı Mollison’un öğrencisi David Holmgren, permakültür fikrinin geliştirilmesindeki katkılarıyla (Permakültür: Sürdürülebilirliğin Ötesinde İlke ve Yollar[10]) büyük ölçüde gidermektedir.


Permakültürün, birlikte kullanıldıkları takdirde çok daha az enerji ve kaynakla, kişilerin çevreyi ve davranışlarını yeniden tasarlamasına olanak tanıyan on iki tasarım ilkesi, evrensel olarak tanımlanmakta ve permakültür çiçeği olarak da adlandırılmaktadırlar.


Gözlemle ve etkileşime gir, enerjiyi yakala ve depola, verim elde et, kendin yönet ve sonuçlarını üstlen, yenilenebilir kaynak ve hizmetlerin değerini bil ve kullan, atık üretme, örüntülerden ayrıntılara doğru tasarla, ayırmak yerine bütünleştir, küçük ve yavaş çözümler kullan, çeşitliliğe değer ve kullan, kenarlara ve marjinal olana değer ver ve kullan, değişime cevap ver ve yaratıcılığını kullan ilkeleri permakültürün uygun şekilde işleyebilmesini sağlar.[11] İlk ilke olan gözlemin, tasarlamanın önemli bir kısmı olduğu düşünüldüğünde permakültürün temelini oluşturduğu söylenebilir. Enerjiyi yakala ve depola kısmı ise dışarıdan kaynak sağlanmasını en aza indirmeyi, kendine yeterliliği vurgulamaktadır. Verim elde et ilkesi, ürün yetiştirme, konut inşa etme, sosyal ilişkiler vb her alanda faydalı çıktıları işaret ederken bir sonraki ilke ise eylemlerin sonuçlarını göze almayı anlatmaktadır. Yenilenebilir kaynak ve hizmetleri kullan ilkesi enerjiyi, doğal konut malzemelerini, tohum saklama ve bir sonraki yıl tekrar ekmeyi içerirken, atık üretme ilkesi yeniden kullanım ve geri dönüşümü kapsamaktadır. Sıradaki ilke fotoğrafa bakarak ayrıntıları tasarlamayı anlatmakta ve ayırmak yerine bütünleştir ilkesiyle birlikte permakültürün birimlerden çok işlevli olarak yararlanmasını vurgulamaktadır. Diğer bir ilke olan küçük ve yavaş çözümler kullanma, yerelliği anlatmakta, çeşitliliğe değer ver ilkesi ise doğal ve sağlıklı ekosistemlerin gereği olarak çoklu işlevli birimlerle ilişkilendirilebilir. Son olarak kenarlara ve marjinal olana değer ver ilkesi kültür çeşitliliğini, özgür zihinlerin ve “alternatif”i arayan kişilerin yetiştiği, yeni fikirlerin gelişmesine izin verilen toplulukları anlatırken, değişime cevap ver ilkesi ise sürekli devinim halindeki doğaya uygun, iyi gözlemlerle oluşturulmuş yaratıcı çözümleri anlatır.


5. Örnek Bir Permakültür Uygulaması



Permakültürle birlikte toprağın dönüşümü, işbirliği ile hiçbir endüstriyel araç- gereç kullanmadan verim artışı söz konusu olmaktadır. Anlamayı kolaylaştırmak adına Ürdün’de gerçekleştirilmiş olan başarılı bir permakültür uygulaması verilmiştir.



Çölü Yeşillendirmek” - Ürdün’de permakültür uygulaması


2000 yılında Geoff Lawton* yönetiminde başlamış olan, deniz seviyesinin 400 m. altında ve toprağı çölleşme derecesine gelmiş (tuzluluk oranı yüksek) Ürdün’ün Kafrin bölgesinde iki Japon yardım kuruluşunun mali destekte bulunduğu bu proje topluluk dayanışmasıyla gıda üretimi yapılabileceğinin ve çölleşmiş toprakların bile verimli hale getirilebileceğinin bir kanıtı niteliğindedir. Zira Kafrin ağustos ayında ısının 50˚’ ye yaklaştığı, yıllık yağış miktarının ortalama 100-150mm olduğu ve sadece kışın 3-4 kere yağmurun düştüğü bir bölgedir. Bunun yanında bitki örtüsü de bulunmadığından toprak, güneşin yakıcı ve rüzgârın sarsıcı etkilerine açıktır.


Lewton, ilk olarak su hasadı (toplama) yöntemiyle toprağın tuzunu alma ve yer altı suyu oluşturma yoluna gitmiştir. Eş yükseltideki yağmur hendekleriyle, yılda sadece birkaç defa araziye düşen yağmurun bir çırpıda akıp gitmesini engellemiş ve toprağın suyu emmesini sağlamıştır. Arazi yakınındaki bir karayolundan gelen ve bazen sele dönüşen yağmurun yüzey akışı fazlasını toplamak üzere, arazinin yola bakan tarafına su çanakları açılmış, yüzey hacmi düşük ama derin bir su bendi de yapılmıştır. Tüm bunların sonucunda totalde yılda 1 milyon metreküp su toprağa verilmiştir. Su toplama işlemi tamamlandıktan sonra, birbiriyle çoklu ilişkiler içinde olan uzun vadede bakıma ihtiyaç duymayan ve karşılıklı birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabilen, çok katmanlı bitki (ve hayvan) birlikleri kurma yoluna gidilmiştir. Hendeklerin üst tarafına baklagil ağaçları (akasya türleri, demir ağacı, sesbanya, gül ibişim vb.) azot bağlayıcı ve yer örtücü türler olan yonca türleri, alt tarafına üretken meyve ağaçları (incir, dut, hurma, nar, narenciye, keçiboynuzu, papaya, guava) ekilmiştir. Destekleyici baklagil ağaçları suya daha az ihtiyaç duymakta, hızlı büyümekte ve kısa sürede malç* sağlamaktadır. Gölgeleme yapması ise aşırı sıcaklarda buharlaşma etkisini kırarak su muhafazası sağlar. Büyüdükçe budanması, kesilen dal ve yaprakların hendek etrafına bırakılması, bu bitkilerin toprağın derinlerinden kökleriyle topladıkları besin maddelerini ve mineralleri üst toprak katmanına ve diğer bitkilerin kullanımına bırakmasına olanak tanımaktadır. Hayvan yemi olarak da arpa ve yonca ekilmiştir. Tüm bu çeşitlilikte ve genellikle hendeklerin arasına domates, balkabağı, turp, maydanoz, roka, biber vb sebzeler ekilmiştir.[12]


Projede üretken türler (meyve ağaçları, hayvan yemleri, sebzeler vb) olgunlaşana dek her 1 üretken türe 5 destek türü (baklagil ağaçları) denk düşecek şekilde bir oranlama yapılmıştır. Bütün ağaç hattı boyunca, malç örtüsünün altına damlama sulama hattı çekilmiş fakat bu mümkün olan en düşük seviyede uygulanmıştır. Ekim-dikim anında ve periyodik olarak sonrasında gübre desteği verilmiştir. Saman, yabani otlar gibi her türlü organik malzeme hem ağaç altı hem de hendek tabanında en az 50 cm’ lik malç olarak kullanıldığından, toprağın aşırı sıcaktan en az etkilenmesi sağlanmıştır. Proje sonrasında arazi tamamen yeşil bir dokuya kavuşmuştur. Daha sonra ciddi bir bakım yapılmamasına rağmen sistemin kendi kendine işlediği, humus oluşumunun sürdüğü görülmüştür.



Kaynaklar:

[1] Porritt, A.g.e., s.173. [2]Bill Mollison, Permakültüre Giriş, Çev. Egemen Özkan, Sinek Sekiz Yayınevi, 2011-12, s.ıx. [3]Permakültür: Yaşam için Tasarım – Alan Atkinson’ın Bill Mollison ile söyleşisi, Çev. İlknur Urkun, Bahar 1991, http://kendineyeterlitoplum.wordpress.com/2010/08/02/permakultur-yasam-icin-tasarim-alan-atkinson%E2%80%99in-bill-mollison-ile-soylesisi-cev-ilknur-urkun/,Erişim Tarihi 10.03.2013 [4]Avustralya Permakültür Enstitüsü tarafından hazırlanmıştır. Çev. Emre Rona, Permakültür Nedir?, 31.10.2010, http://permakulturplatformu.org/?p=928 , Erişim Tarihi 10.03.2013 [5]Permakültür: Doğaya ve Tarıma İlişkin Yeni Bir Yaklaşım, 02.12.2012, http://kendineyeterlitoplum.wordpress.com/category/makaleler/, Erişim Tarihi 10.03.2013 [6]Erkan Buğday, Dünyanın Tüm Bahçeleri, http://permacultureturkey.org/dunyanin-tum-bahceleri-permakulturun-dedesi-bill-mollison/ , Erişim Tarihi 12.03.2013 [7]Larry Korn, Masanobu Fukuoka’nın Doğal Çiftçiliği ve Permakültür, Çev. Serhat Elfun Demirkol, 21.02.2008, http://yabanil.net/masanobu-fukuokanun-dogal-ciftciligi-ve-permakultur/, Erişim Tarihi 13.03.2013 [8]Permakültür Nedir?,07.02.2010, http://permacultureturkey.org/nedir/, Erişim Tarihi 13.03.2013 * Refah kavramı kapitalist anlamından uzak olarak; temiz hava, su, gıda ihtiyaçlarını karşılanabilmesi ve tatminkâr insani ilişkiler anlamında kullanılmıştır. [9] Mustafa Fatih Bakır, “Bir Avuç Toprak”, TRT Belgesel, http://www.youtube.com/watch?v=DJVz91Mv3s8, Erişim Tarihi 20.03.2013 [10] David Holmgren, Permaculture: Principles & Pathways Beyond Sustainability, Holmgren Design Services, 2002 [11] Maddy Harland, What is Permaculture - Part 2: Principles, 12.04.2013, http://www.permaculture.co.uk/articles/what-permaculture-part-2-principles, Erişim Tarihi 21.03.2013 *Avustralya Permakültür Araştırma Enstitüsü’nün kurucusu ve yöneticisidir. Türkiye’nin de dâhil olduğu pek çok ülkede Permakültür Araştırma Enstitülerinin kurulmasında ve etkinliklerinde desteği bulunmaktadır. *Organik tarımda verimi artışı sağlamak, topraktaki su kaybını önlemek, toprağın yapısını iyileştirmek, topraktaki mikroorganizma etkinliğini artırmak, yabancı ot kontrolü sağlamak gibi amaçlarla toprağın üstünün organik maddelerle kapatılmasıdır. [12] Hira Doğrul, Çölü Yeşillendirmek, 11.10.2012, http://permakulturplatformu.org/?p=2798, Erişim Tarihi 02.04.2013

 
 
 

Comments


bottom of page