top of page

Gene Sharp vs Vâveyla

Tarihsel örnekler gösteriyor ki baskı ve zulüm belirli bir noktaya ulaştığında—ki bu, şiddetin ve tahakkümün en yoğun olduğu aşamadır—kendini sürdüremez hale gelmiş ve tarihe karışmıştır.


Elbette diktatörler, varlıklarını tehdit eden yeni fikirler ve eylemler karşısında geri durmayacaklardır. Boyun eğmeyen, direnen, uzlaşmayanlara yönelik baskıları ve saldırıları giderek sertleşecektir. Ancak, sistematik hale getirdikleri şiddet ve korku, iktidarlarını sürdürmeleri için gerekli olan mutlak itaati her zaman sağlayamayabilir.


Gene Sharp, uzun yıllar boyunca totaliter rejimlerin zulmünü yaşamış insanlarla yaptığı görüşmelere dayanarak kaleme aldığı From Dictatorship to Democracy adlı eserinde, siyasi gücün dayandığı başlıca kaynakları sıralar:

  • Yöneticilere itaat eden ve onlarla işbirliği yapan grupların varlığı,

  •  Halk arasında rejimin meşru olduğuna dair inancın yerleşmiş olması,

  • Rejimin ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerileri sağlayan kişilerin desteği,

  • Halkı itaate zorlayan ideolojik (dini) ve psikolojik etkenler,

  • Maddi kaynakların kontrolü,

  • İtaatsizlik karşısında uygulanan yaptırımlar, tehditler ve cezalar.


Ancak tüm bu unsurlar, halkın rızası ve işbirliği olmadan işlevsiz hale gelir. Bu yüzden diktatörlüklerde, en küçük bir itaatsizlik işareti bile ağır şekilde cezalandırılır. Sharp, bu duruma karşı etkili ve en az zararla mücadele etmek için dört temel strateji önerir:


  1. Baskı altındaki bireylerin kararlılıkla güçlendirilmesi ve direniş becerilerinin geliştirilmesi,

  2. Baskı altındaki grupların ve kurumların dayanıklılığının artırılması,

  3. Güçlü bir iç direniş yapısının inşa edilmesi,

  4. Özgürleşme için somut bir plan geliştirilmesi ve bu planın titizlikle uygulanması.


Başarılı siyasi muhalefet ve barışçıl eylemler, pek tabii bu unsurların etkinliğini pekiştirecektir. Ve pek tabii, iktidarın aşil topukları asıl odaklanılması gerekli noktadır.

Başarılı siyasi muhalefet ve barışçıl eylemler, bu dört unsuru desteklediği ölçüde etkili olacaktır. Bu mücadelede asıl odaklanılması gereken nokta ise iktidarın “Aşil topukları”dır—yani en zayıf halkaları.


Diktatörlükler, görünürdeki güçlü duruşlarına, askeri kapasitelerine ve kaynaklar üzerindeki denetimlerine rağmen özgün zaaflar barındırırlar. Sharp’ın dikkat çektiği bu zaaflardan bazılarını hatırlatmakta fayda var:


İlk olarak, rejim geçmişte uyguladığı politikalarla çelişecek adımlar atamaz; bu, diktatörün manevra alanını ciddi biçimde sınırlar. Üstelik kararlar tek merkezden alındığı için hata payı artar ve bu da zamanla politika üretimini zorlaştırır.


İkinci zaaf, rejimin ideolojik meşruiyetini yitirme riskidir. Uydurulmuş hikâyeler ve semboller işlevini yitirdikçe, kitleleri mobilize etmek de zorlaşır. Özellikle genç kuşakların—Z kuşağının—etnik, dini, kültürel kimlikler ya da cinsel yönelim gibi konularda daha özgürlükçü ve eleştirel bir tavır alması, eski propagandaların artık işlemediğini gösteriyor.


Üçüncüsü, entelektüellerin ve öğrencilerin, rejimin baskıcı karakterine tepki göstermesi kaçınılmazdır. Bu grupların kamuoyundaki etkisi, iktidarın meşruiyetini sorgulatan güçlü bir potansiyel taşır. Aydınların ve akademisyenlerin ortak eleştirileri, kamu vicdanında derin bir etki yaratır.


Dördüncüsü, sınıfsal, kültürel ve dinsel farklılıkların zamanla keskinleşmesi kaçınılmazdır. Sınıflar arası uçurum büyüdükçe, iktidarın ideolojileriyle gerçeklik arasındaki tutarsızlıklar daha da görünür hale gelir.


Evet, iktidarlar ideolojik aygıtları sayesinde bu tutarsızlıkları belli bir süre yönetebilirler. Ancak iletişim teknolojilerinin gelişimiyle birlikte bu yönetim kapasitesi de sınırlanmaktadır. Özellikle kaynakları sınırlı olan muhalif gruplar için, dayanışmayı büyütme ve mücadeleyi sürdürülebilir hale getirme açısından yeni ve güçlü imkânlar doğmuştur. Bu imkânları değerlendirebilen topluluklar, iktidarın yapısında ciddi kırılmalar yaratabilecek bir potansiyele sahiptir.




 
 
 

Comments


bottom of page