top of page

Ekofeminizm: Gönüllü Sadelik ve Kendini İdame- Kendime Notlar

Ekofeminizm, kadınların yaşam alanlarını ve kendiyle birlikte ailelerinin yaşamını yeniden üretmeye yarayan geçim kaynaklarını korumak için verdikleri mücadelenin üzerine kurulu bir politik akımdır. Bu yazıda, aşağıda kapağını görebileceğiniz Ekofeminizm kitabını okurken aldığım kısa notları paylaşacağım.






Uluslararası şirketler (çok uluslu şirketler), sermayenin küreselleşmesiyle birlikte, insanlığın kendini idame ettirme olanaklarını ve doğal kaynakları büyük ölçüde tahrip etmiştir ve etmeye devam etmektedir. Ekofeminizm, bu dönüşüme karşı, emeğin yabancılaştığı, eşitsizlik ve şiddetin derinleştiği bir dünyada alternatif yaşam biçimleri olarak “gönüllü sadelik” ve “kendini idame etme” yollarını önermektedir.


Gönüllü sadelik, tüketim kültüründen özgürleşme anlamına gelir. Maria Mies, tüketim düzeyi ile yaşam kalitesi arasında varsayılan pozitif korelasyonun yanıltıcı olduğunu savunur. Tüketmek, iyi bir yaşam sürdüğünüz anlamına gelmez. Aynı şekilde, saygı gibi temel insani ihtiyaçlar da tüketimle elde edilemez. Lüks arabalar ya da pahalı giysilerle kazanılan saygı, aslında bir yanılsamadır. Gerçek saygı; dayanışma, iş birliği ve tüm canlılara duyulan içten bir saygıyla kazanılır.


Ekofeminist yaklaşıma göre, temel ihtiyaçları karşılamak için her zaman piyasaya başvurmak zorunda değiliz; metalaşmamış yollar da mümkündür ve gereklidir. Mies’in “kendini idame” anlayışı, tam da bu noktada devreye girer: Metalaşmış sistemler, herkes için tatmin edici değildir ve birçok insanı dışarda bırakır.


Tüketimden özgürleşerek geliştirilen kendini idame yaklaşımı, yalnızca sürdürülebilirliği değil, yaşam kalitesini de artırmayı amaçlar. Maria Mies, bu yaklaşımı açıklarken iki örnekten yola çıkar:


  1. Hindistan – Balijara Barajı: Su kaynaklarını korumaya ve toplulukların kendi geçim kaynaklarını sürdürebilmesine yönelik bir hareket.

  2. Almanya – Sosyalist Kendine Yardım Komünü: Kendine yeterlilik ve atık yönetimini sürdürülebilir kılmaya odaklanan bir girişim.


Bu örneklerden hareketle, kendini idame için Mies’in vurguladığı temel ilkeler şunlardır:


  1. Kullanım değeri üretmek: Mümkün olduğunca meta satın almak yerine, ihtiyaçları doğrudan karşılayacak üretim biçimlerine yönelmek.

  2. Ademi merkeziyetçi ve küçük ölçekli birimler kurmak: Doğrudan demokrasinin işlemesi için küçük topluluklar önemlidir.

  3. Cinsiyetçi iş bölümünü sona erdirmek: Ev içi emeğin sadece kadınlara ait olmadığı, erkeklerle paylaşıldığı bir düzen kurulmalıdır.

  4. Doğadaki tahribatı onarmak: Ekolojik yıkımı durdurmakla kalmayıp, doğayı iyileştirmek için aktif çaba göstermek.

  5. Meta ve para ilişkileri yerine dayanışma ilişkileri kurmak: Güven, piyasaya değil, topluma duyulmalıdır.

  6. Teknolojiyi kendini idameye hizmet ettirmek: Geleneksel bilgiyle birlikte modern bilginin de kullanılmasıyla eşitsizliklerin önüne geçmek mümkün olabilir.

  7. Doğal kaynakların ticarileşmesine karşı durmak: Doğanın korunması ve onarımı kolektif bir sorumluluk olarak görülmelidir.


Bu yaklaşım, temel ihtiyaçların karşılanmasında piyasaya bağımlılığın azaltılmasını savunurken, doğrudan demokrasiyi, ademi merkeziyetçiliği, eşit iş bölümünü ve ekolojik onarımı bir bütünün parçaları olarak ele alır. Böylece yalnızca çevresel sürdürülebilirliği değil, toplumsal adalet ve insani onuru da merkeze alan bütüncül bir yaşam biçimi önerir. Bu yönüyle ekofeminizm, alternatif bir gelecek tahayyülü sunar: Toplumun doğayla ve kendiyle barışık, eşitlikçi, dayanışmacı ve sürdürülebilir bir şekilde yeniden inşası.


Ancak bu yaklaşımın pratiğe dökülmesi, mevcut küresel üretim ve tüketim kalıplarının sorgulanmasını ve birey-toplum-devlet düzeyinde köklü dönüşümler gerektirir. Dolayısıyla ekofeminizm yalnızca bir yaşam tarzı önerisi değil; aynı zamanda politik, ekonomik ve kültürel düzenlemeleri hedefleyen radikal bir değişim çağrısıdır.



Kaynak


Mies, M. & Shiva, V., "Ekofeminizm", İstanbul: Sinek Sekiz

 
 
 

Commenti


bottom of page